5 Eylül 2008 Cuma

arzularını kaybedersen kendini kaybedersin
kendini kaybettiğinde bizi de kaybedersin
bireyden birŞeye giden bu yolda sözü
ve yazmayı da bırakacaksın

seni güzel bir orman yeşilliğinde görmek isterim
denizlere sarılmış koşarken
bir köpek gibi titrerken
ya da bir köpek gibi sezerken
her daim yıkarak attığın adımı yeniden
kimse sürmesin diye izini
uçurumlara atlarken
insan olmak kolayına geldi ama
ne istediğini kendinle konuşmadın

6 Ağustos 2008 Çarşamba

arayış

Benim hayatım mı bu yoksa başkasınınkiyle mi karıştı? Kayıp ilanı verip kendime ait olanı bulmak istiyorum. Ya da değiştirebilir miyiz bunları isteyen biriyle? Benim de ait olduğum bir yerler olmalı mutlaka. Ama kim bilir dünyanın hangi noktası. Yoksa yanlış bir arayış mı benimki. Aslında öyle bir yer hiç yoktur belki de, insan bulunduğu yere çiçekler ekip kendi dünyası yapıyordur. Ben ikisinde de başarılı olamadım. Ne bulunduğum yere sahip olabildim ne de burası benim dediğim yeri bulabildim.

31 Temmuz 2008 Perşembe


tüm yaralarını al yanına her nereye gidiyorsan
sargılardan kurtul...
kanamanın durmayacağını sende biliyorsun
kanının başka yerlerde akmasına izin verme.

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Hangi zamandayım ve aslında geçmişten neyi özlüyorum? mutlu muyum? neden değilim? ne yapmak istiyorum? evim neresi?... kimin yanında huzurluyum? belki en çok kendimin? öyle mi gerçekten?..... hep böyle mi olacak peki? nereye gitsem; kiminle sarılsam hep bir yalnızlık duygusu; kimsesizlik belki.. evet; en çok bu.. ama dur; annem var benim; uzakta ama seviyor beni.. onun yanında olsam keşke.. ama ben seçtim değil mi? ben...

Mutlu muyum bilmiyorum anne.. öyle güzel şeyler yaşadım ki; sevmeli miyim hayatı bilmiyorum… ama herkes gibi ben de incindim zaman zaman; ben incinen yerlerimi saramıyorum? sen olsan sarardın belki; "yapma böyle oğlum" der; usulca ağlamama izin verirdin.. ben yalnızken ağlayamıyorum da.. doya doya; bağıra bağıra.. birileri duyacak; sanki hesap vereceğim neden ağladım diye... dedim ya; nedensiz aslında; ama var bir burukluğum; içim kabarıyor derler ya; öyle işte.. bu zamanlarda yanımdaki kalabalıklara rağmen yalnızım anne; kimsesiz gibi; hiçsiz gibi; ve düşsüz gibi en çok...

En çok hangi yaşımı; hangi mevsimimi özlüyorum bilmiyorum... ama özlüyorum her şeyin daha kaygısız olduğu zamanları.. yüreğimin en fazla bir aşk acısı için çırpındığı günleri belki.. şimdi her zaman telaşlı ellerim; gözlerim… olmayacak şeyleri içimde büyütüyor; şaşırılacak şeylere olağan bakıyorum… ben çok değiştim.. hiç kendim gibi değilim artık.. sanki içime başka biri geldi oturdu; asıl ben de dayanamayıp çıktı gitti benden; sanki.. bu olağanlıktan; her gün aynı senaryoyu en başından yaşayıp da; beliren en ufak bir değişikliği gözümde büyütmekten sıkıldım.. monotonluk bu muymuş meğer? büyümekten sıkıldım ben; yürüyüp üzerinden geçtiğim ve ayak izlerimi bıraktığım her noktada kendi benliğimi bıraktığımı bilsem hiç yürümezdim belki; hiç

Başka birinin replikleri olmalı bunlar… başka birinin davranışları… yanlış bir öyküde, yanlış roldeyim… beni yeniden yaz anne… yanlış bir zamanın, yanlış bir noktasından giriyorum öyküye… kıyafetler üzerimden dökülüyor. söylediğim her kelime düşüp dağılıyor suyun üzerinde… bu rol bana göre değil… öykü baştan aşağı yanlış… ya da doğru olan öykü de ben yanlışım… ya da ikimizde doğruyuz ama bir araya gelince yanlış görünüyor her şey… iki doğru bir yanlış oluyor belki… bu başka birinin öyküsü… başkalarının öyküsü, her cümlesiyle… demek ki benim öykümde de yanlış birileri var… ne acı... hep yanlış yapıyorum bak, hep tökezliyorum… taşları ayağıma batıyor bu öykünün… uçurumlarından yuvarlanıyorum, denizlerinde boğuluyorum… alfabesini çözemedim… her şeyi sır bu öykünün… kendi öykümde bol kahkahalı diyaloglarım olur… yaşadıklarımın, çektiğim acıların anlamı olur… kelimelerimden cümleler kurulur… kısa bir öykü olsun uzatma çok… ya benden yeni bir öykü yarat yada beni yeniden yaz anne…

Aslında yanlışlık yazılan öyküde mi anne gerçekten? bunu da bilmiyorum…sana sormak isterdim yeniden; ergen kafamla; çocuk kafamla; bıkmadan yanıtla yine isterdim.. artık o kadar geç ki.. bir yerde bir yanlışlık var anne; olması gereken yada olacağını beklediğimiz değil bu.. yoksa böyle miydi zaten? ben mi büyütmüşüm gözümde.. kim büyütmedi ki anne?
Gündelik koşuşturma içinde bin telaşın içinde kendimizi kaybedip; biri dalımıza en dokunduğu anda yeniden buluyoruz.. bulduğumuzu anormal; her gün yaşadığımız kimliğimizi normal sanıyoruz.. neresindeyim ki ben hayatın? daha ne kadar var en fazla son durağa? ne kadar inip kalkacak göğsüm; ne kadar daha oksijen harcayacağım? bilmiyorum.. her gün kahrolup; aynı masalarda farklı kadehlerde içip içip tüketmek mi bir anda? kedere kahredip zaten bir sıfır yenik olan ben'i, daha mı acımak kendime? bilmiyorum.. bilemiyorum.... hiç geçmeyecek gibi sanki.. hiç bitmeyecek; dinmeyecek; acıdan uyuşmayacak gibi.. acımak sanki yaşamın anlamı; giderek ve tutunamadan; hiç farkında olmadan acılaşmak...

12 Temmuz 2008 Cumartesi

genç bir adamın kalbinde aşk var işte bir sebep yaşamaya. hayır değil bu romantizm. siz hiç genç bir adamın kalbinde aşk nasıl olur bilir misiniz? ben bilmem ve bu bir sebep benim için yaşamaya. nasılda özenerek gülümsüyor sanki ilahi bir komedyayı seyreylemekte, halbuki ona sorarsanız o kız ne de güzeldir. ama ben bilmem gerçekten güzel midir ve bu bilinmezlerdir bana sebep olan.
cümleler ayağıma dolaşırken yer çekiminin hakimiyetini yok sayıyorum, görmek için gözlere ihtiyaç yok diyorum ya genç bir adamın kalbi nasılda kıpırdanıyor.

11 Temmuz 2008 Cuma

sadık kalıyorum acıya aldırmıyorum söylenenlere
yolumu değiştirmiyorum hafif mutluluklar için
ulu keşiş diyor ki: evlat bu kehanet
ruhun bir zebani et ona ihanet
bendense sadece duyulan bu:
sadık kalıyorum acıya aldırmıyorum söylenenlere

sihirli bahçelerde şeffaf gülücükler atmak bana göre değil
yokoluş bulvarının serserisiyim ağzımı yağmurlara açıyorum
sadık kalıyorum acıya görmek için karanlığa muhtacım
itaat etmeden yüksek erdemlerinize
sadakatimi keskin jiletlerle okşuyorum
biliyorum ezelle ebed arasında bir sarhoşluktur hayat
sadık kalıyorum hayata

ey keşiş senden kalmayacak bir parça bile et
diyecekler kimindir bu zavallı iskelet
olacağın bu birazda susmayı lutfet
kalbin çakısıyla seyreltince hüznü
dilin sırrı buldu tan vaktini
ve aktı kalemin gölgesine
bir akış ki damarda kan sandılar
bir akış ki alevden
kül etti serseri bir nehri

artık bu hayalet sular çağlamakta teninde
geceleri ürpermen bundandır
bundandır ellerinin yerli yersiz üşümesi
yazıyorsam sana cehennemde buz kestim diye
bilesin bundandır

21 Haziran 2008 Cumartesi

sen yoksan susmak isterim...
boşluğunda yankılanmayacak her sözün
kaderidir dilsizlik.

yalaz yalaz yanan ah bu göçebe kalbim
har daim hükmedeceğin kavmindir.

20 Haziran 2008 Cuma

....

kaldırımda neden kimseler yok?
düşüncelerim duvara sürtünüyor
-değil mi ki zaten aklın ülkesi surlarla çevrili-
caddenin neden boşaldığı hakkında kimsenin fikri yok
kimseler bilmiyor sen biliyorsun kalbimi
onun neden yaralı bir yaban gibi inlediğini
benim tek bildiğim saçlarını kısalttığın.

zaman upuzun bir çöl, kurutuyor tüm vahaları
biliyorsun giderken tüm saatlerimi sana bıraktım
heybem tıka basa yalnızlığımla doldu

28 Nisan 2008 Pazartesi

yapıştırdığın yerden kırılmıştır hayat ve kalakalmışsındır içi boş bir silah gibi: manasız. fakat bu tetikte yaşamak neden?..
son nefesini cebinden düşüren, ödünç nefeslerle ne kadar yaşasındı; gitsindi ve dönmesindi...

11 Nisan 2008 Cuma

ölüme yakınım
anamın rahminden nasıl çekildiysem.
yağmur çatlatırken toğrağı
o karıncanın çığlığı gibi.

ve
aklımı kaçırdım
gizlendiği ıssız çukurdan.
düşüncelerim ayaklarımın altında
acı çeken atlar gibi öldürülmeli
düşlerin varolduğu yokluğa karışırken
-acıtsada!-

31 Mart 2008 Pazartesi

baktı nihat, dedi sorular ne çok ve neden cevaplar yok
tavukların kanatları varsa neden uçmazlar?
sıkıldı işte tüm bu sorulardan da kendi cevabına devam etti
çobanlığa...
topunu havaya diken bir çocuk gibi ağzı açık baktı gökyüzüne
ki yağmur aynı o çocuk kadar sabırsızdı yağarken
bir şeyler içindi bir şeyler olsun diye
ama işte sonsuzcaydı yalnızlık
çarpardı herkesin kendi gerçeğinin yıldırımı yine kendine
fakat nihat'ın ki kimsesizdi ve kimsesizliktendi
kimsenin bir kere bile gözlerine bakmadığı soğukluk, olancası buydu...
kanımla yazarım etime şiirleri, canım acısada acınmaz ona hiç!
uğuldayan rüzgarlar gibidir ki aşk anlatılmaz, gelir her gün başka yerlerden başka şekillerde.
yollarım sözcükleri o rüzgarlarla, anlarım uğuldamaktır aşk.
akşamı bekler gibi bir hali var öğlenin ve öylesine hafif ki neredeyse saatten düşecek.
akşamı bekler gibi bir halin var, umutla umutsuzluğunu birbirine karıştırıyorsun.

22 Mart 2008 Cumartesi

Nihil Est

Yaramdaki tüm kanı akıttım ve bir sigara yakıp başında oturarak bekledim sabaha kadar kurumasını... Şimdi mutlu muyum? Hayır, sadece daha güçlü! Ama ruhum, kaskatı...

21 Mart 2008 Cuma

sokakta bir rüzgara yazılanlar -7-

bir adam sizi düşünüyor sanki her şey gibi... hiçbir şey kalmamış gibi...

sonunu bilmediğim, içimden söylediğim şarkılar gibi yağmur yağarken kente, akrep ve yelkovan hükümsüzdür artık. her yağmur tanesi bir saniyedir, evren sonsuz yağmur taneleridir.

bir adam sizi düşünüyor 24 saatiniz gibi... tüm saatler durmuş gibi...

yanlış bir yüzyıl olduğunu söylüyorlar fakat zamanım yok o kadar, bekleyemem geleceği. sonsuzluk sabırsızdır bilmelisin ve unutmalısın, sonra unutulmalısın şu yağan taneler gibi, sonsuzluk gibi, ölüm gibi...

18 Mart 2008 Salı

aymaz değil


sarhoşum dostum, aymaz değil sarhoşum. biliyorum şu feleğin cevri dönmez ben belki bu yüzden sarhoşum. 'söz'dür aslolan. tüm alem bir sözle yaratıldı bence tanrı sadece bir sözdü... söz: en uzağı gören göz! söz: bir kızın adamın gözüne en güzel göründüğü an! söz: mezar taşım! her yaşım! söz: en düzgün adam!
yolları aşıyorum anlıyorum ki adım adım değil; söz, söz.
tüm dostların gittiği vakit, sokak itleri bile korkarken karanlıktan kalıyorum ıssız bir köy patikasında. nasıl kalıyorum; bilmiyorum. o an mırıldanıyorum bir şiir. ne ezelden gelme kocakarı cinleri kalıyor ne de yirminci yüzyıl frenkestain'ları. 'oy anam' diyorum! yoldayım! dizlerim çürüyene kadar yürüyorum. çürük yeşildir, çağla gibi yeşildir. vücudumun en kafiyeli sesidir. konuşur benimle, der ki:yeşil!
dostum, en güzel kızın kalbindeyim.
dostum, en güzel kızın kalbinde bir günahkar peygamberim.
şarabın gazabından korkarak büyüdük. o gazap ki sonra onun üzümlerini içtik, kan diyerek...
en güzel şarkım adımlarımın sesi. bazen çalıları ezerim 'çıtırt!!!' ve yürürüm 'fıurş fıurş!!!' ve sessizliğin melodisi gelir sonra sonra çocukların sesi, en çocuk halleriyle. hayalde bir kızın gözleri; oy babam güzel gözleri! damarda kan, yürekte sevda, toprakta güneş.
bir tarla yok ki ben ordan geçerken bir hayalimi serpmemişim, bir çocuk yok ki onun başını okşamamışım. oy yollar! benim bu mekansızlığım sende uyur. her seher yollardayım.
tanrının şevkati güzellerin kalbine girerek yolda olanları korusun. çünkü yolda olanlar bir okşayışa "-amin!" diyerek şükredeceklerdir en mümin halleriyle. bu bela yağmurunundan arta kalan adam, yolda kalan adamdır ve bilir çorbadaki sıcaklığı ve yine bilir ki şefkatin rengini.
o kadar yandık ki en sonunda ateşin ta kendisi olduk!

sokakta bir rüzgara yazılanlar -6-


anladım ki uykusuzluk sensin... en derin uykunun uykusuzluğu... sabaha kadar seni bekledim, içimde gelmeyeceğine dair bir his vardı; gelmedin! ben hayaletler gibi dolandım gecenin içinde hayal et! mücadele ettim aklıma gelen her kötü şeyle, yel değirmenleri ne kadar da büyük görünüyor don kişot'a,, tüm gücümü topladım, gözlerim iki çivi gibi saplandı, menzilde sen varsın sanki kırpsam üzüleceksin... iki çivi gibi sapladım gözlerimi hayaline...
geçtiğim her yoldaki ayak izlerimi tazeledim, nereden geldiğimi bilmelisin, sözcükleri takip et... ,bulunacak bir şey yoksa bile sonunda, ki bir sonu bile yoksa, her sözcüğümün içinde gizlenmeliyim... soframa bağdaş kurarak otur geldiğin adımlarına bakayım, yürüdüğün yol varmak istediğim yerdir...
doğrulardan emin olamıyor insan ama işte öyle bir yanlışlık ki o kadar eminim ki bundan hiçbir kerpeten sökemez çivileri; gözlerimi... gecenin etinde yatan bütün yıldızlar kayana dek, tanrıya edilmiş en büyük yemin bozulana dek... sanki allah'ın en büyük belasıymışım gibi sanki günahkar bir domuzmuş gibi ve sanki takılan eski bir bozuk plak gibi...
içimden cümleler gibi geçtin...

sokakta bir rüzgara yazılanlar -5-


kulağımı ürpertince sesin hiç söylenmemiş bir türküyle doldu içim ve ben atının üstünde yüreğinin sazıyla gezen bir göçebe gibi çaldım türkümüzü, içim seninle doldu TAŞTI...
ben ki kaçmam şiddetinden depreminin, sarsıntılarda buldum seni bir gece, yağmur yağıyordu. acınacak haldeydi sesim ta ki sen duyana kadar ve şimdi boşluğunda yankılanmakta çığlıklarım, o en güzel boşlukta. sözlerim çıktılar ağzımdan çılgınlar gibi senin aklına koşuştular, ben her sokakta seni düşünmekteyim, bana serseri diyor görenler ama hiç bilmiyorlar seni düşündüğümü. bilemezlerde ne düşündüğümü, bilmekte istemezler. onlar ki anlamazlar hiç, sadece anlatırlar olanı ve en çokta biteni...
sıyırarak ruhumdan herkesi, aynalar yaptım da gözleriden kapladım evrenimi ve nereye baksam görmekteyim gözlerinden kendimi. derim ki: en güzel manzaradayım en güzel kadındayım... seyreylesin alem yaşananları, aptallıklarını; ben senin bilinmezindeyim. öyle bir yer ki tanrı'dan uzak, şeytan'dan uzak, her şeyden uzak... ruhuna yakın...
öpüyorum seni: hasret oluyor bu öpüş.
özlüyorum seni: özlemek oluyor yaşam.

3 Mart 2008 Pazartesi

seni kanatanın ne olduğunu bilmediğin zaman yaranı nasıl iyileştirebilirsin ve yaralardan nasıl söz edebilirsin?,,
bir jilet dudaklarını gezdiriyor damarlarımda. hayatın kuytularında kimsenin görmediklerini enjekte ettim onlara, ki sağıldıklarında sade bir kırmızılık kalmasın geriye.
insanlığın sayrılı boşluğunda ayılmaktansa nefesimi tutmak yeğdir, yarına bir soluk olsun ve sokaktakiler bırakmasın hayatlarını piç tevekküllere hiç, diyedir.
.....................
ayrıldıysam bu kentten, keskin şehvetten uzak durduğumdandır. bunca ışık bunca ev lazımdır belki de birilerine ama anlamak mümkün değil kalabalıklar kime hizmet etmekte av köpeklerinden daha rezilce üstelik?!.

28 Şubat 2008 Perşembe

...


fırtına yaklaşıyor ağları topla artık...
çektikçe geliyor, sanki bir okyanus gibi hüzün ve altımızda çelişkiler akıntısı.
alabora olmak bir seçenek karaya oturmakta, yokolmakta.
rastgele! dedin, ardına bakmadan çıktın sefere. içini çekme artık bir kere rastgeldin kedere.

25 Şubat 2008 Pazartesi

kısa böcek tarihi

unuttuğum her ne varsa şimdi önümdeki yaslı bardağın içinde geziniyor sarhoş adımlarla. bellek, hatırlatmak için yarını karalıyor dünü ama işte manasızlık olup çıkıyor sonunda bu, çünkü tarihim elleri ceplerinde yürümekte; bir şeyden sakınır gibi.
sabahın ayazında ellerimi karla yıkadım ve sinekler gibi ovuşturdum, sonrada bunları yazdım tarihin önceden karalanmış sayfasına: "gregor samsa, yatağımda uzanmış ihtiyar bir amca! kim bilir gölgemdir belki kendim sanmadığım..."

18 Şubat 2008 Pazartesi

Mahşerin Kuşları


I

Geldin
Ardında kan kırmızı kuşları mahşerin
Senden önce kokusu geldi dağ çiçeklerinin
Gelişine ölümü kurban etti bu şehir
Gelişine hayatlar kesti ve masum bakireler
Hüznün için ağıtlar yakıldı
Ve şenlikler verildi gülüşün için
Yağmura üfledi biri ansızın fırtınaya
Biri şaşkınlıkla Sûra
Ruhların sonsuza kürek çektiği susuşunda
Seni ışıktan bebekler karşıladı
Ve hayretler içinde ve büyüler içinde
Sana doğru sürünen tanrılar gördü bu şehir

ıı

Girdin şehre
Bal akan bir ırmak içinde
Siyah tüller sevinçli haykırışlar
Yaslı çıglıklar ile
Lirik bir sarkı gibi
Güneş şehrin karşısında batmakta idi
O kızıl parıltılar saçların
O kanlı güneş aşkın gerçek yüreğiydi

ııı

Gecemin etinde yıldız yıldız evler
Gümüş sokaklar çıplak periler
Yazgısına diklenen bilge devler
Bileklerinden sağdığı şarapla
Bir intihar kadar sarhoş
Bir gözün altındaki yeraltı kenti
Senin tenin kadar derin şimdi
Ve gece kara danteller işlemekte derin tene
Dantellerde şehvetin günah kıyıları
Şehvet, tanrının tek sevabı

ıv

Dumanlar altında bir şehir etin
Kendimi hala alevler içinde yaratıyorum

Şubat 2000-Ocak 2001

Çağatay Tanrıkulu

17 Şubat 2008 Pazar

sokakta bir rüzgara yazılanlar -4-

bir camın önünde beni düşünen kadın, uzaklarda seni ısıtmak için cehennem gibi yanıyorum... ateşten kızgın tellerle ısındım dün uykumda...
şüphesiz ki seni severim ve sığınırım gölgene; gölgen aklıma düşen yıldırımlar gibi çarpmaktadır.
şüphesiz ki senle doluyum ve sana senle gelirim, yok ki bende senden başka bir şey.
bir camın önünde beni düşünen canım efendim! yine şüphesiz ki dünyanın bütün camlarının önünde seni düşüneceğim ta ki tüm camlar kristallere ayrılana kadar, ta ki ben -sanki sahici bir cam gibi- kristallerime ayrılana kadar...

sokakta bir rüzgara yazılanlar -3-

bugün pazar sen yoksun... "Bugün pazar-ı aşktır muhtaç olan candan geçer" nasıl muhtacım sana!..
kadın! düş sözcüklerimin peşine, ki bundan hiç yorulmam demiştin ve sen peşindeyken biter mi hiç onlar!..
bugün pazar, zor birgün. kalbimi değdiririm yokluğuna her sefer, kalbim attıkça sana dokunurum. özlerim seni: lapa lapa yağan karlar gibi, bir kuytuda biriken yağmur taneleri gibi!..
şehrin en kuytu köşelerinde gezerim inadına, sen başka adreslerdesin. şehrin en kuytu yerinde yürümekten soluksuz kalınca, yaslanırım duvara, bir şarkı söylenir benim içimde: BREATHE ME!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

sokakta bir rüzgara yazılanlar -2-

ne kitap sayfasından çıktım ne kitap sayfasına girerim, en güzel kadının kalbindeyim en güzel kadın kalbimde!..
aklım mahşer yeri, aklım cehennem... geçerim kadınımla beraber cehennemden: bir elim kolunda bir elim cebimde, sigaramız hep yanar,,, kalmam arafta aptallar gibi, yerimi bilirim giderim en dibine aşkın!

sokakta bir rüzgara yazılanlar -1-

beni düşün: aklına her geldiğimde seni düşündüğümü düşün...
beni düşün: kötü şeyler getirme aklına, dünyanın bir tarafında ellerim ceplerimde yürüyorumdur yüzünle -hüzünle-...
beni düşün: otobüsler sıkışık olduğunda, insanlar seni sıktığında, her tenefüste... sana binlerce kilometre uzaktan bakıyorumdur.

seni düşünmek güzel: nazım'ın bir şiiriyle ilk defa karşılaşmaktan daha güzel, yeryüzünün en eski şarabını içmekten daha güzel, kalp ameliyatı geçirip masadan sapasağlam kalkmaktan daha güzel...

seni düşünmek: gerekli, muhteşem, aydınlık, uzun, inanılmaz, vazgeçilmez, oksijen, ekmek, su, şarap, her şey, her saat, tüm sokaklar...

beni düşün: her saniye seni seviyorumdur...

9 Şubat 2008 Cumartesi

Kapılar...

tüm kapılar üstüne kapandığında tanrıya benzer bir ses çıkarır yalnızlık. görünmez olur uzak ufuklar ve unutursun sesinin neye benzediğini çünkü artık tüm kapıları üstüne kapatmışlardır... akıyorsa yürekteki o korkunç cerahat, fayda yoktur artık düşüncenin külünden. Biliyorsun ki kapıları üstüne sen kapattın ben her ne kadar başkalarının kapattığından bahsetsem de. dedin ki: akan pis bir ırmaksa insanlık kör bıçakla bilekleri doğramak, bu ırmakta doğurmak ve doğrulmaktan daha dürüstçedir.

19 Ocak 2008 Cumartesi

"DÜŞ"MEK

düşmek! çocukluktan kalma bir alışkanlık…

öğrendim yürümeyi, kaşığı sağ elle tutmayı ve düştüğüm zaman kalkmayı; peki niye hala bu düşmek?!.

bir düş mü tüm bu olanlar sadece?.. ve eğer bir düş ise ölümü mü beklemeli uyandırması için? düşüncelerini acı çeken atlar gibi öldürecek misin tüm bu olan bitenden sorumlu tutarak?

dost, bir gerçeği fısıldadı kulağıma: ACI ÇEKİYORUZ!

peki sevgiliyi kalbinden atacak mısın? yarattığın uçurumdan atlamayacak mısın? son sigaranı içmeyecek, kedini aç mı bırakacaksın? acını çekmeyip iteleyecek misin?

nerdesin ey zaman! gel ve cevap ver şu sorulara herkes için herkesin adına ama sende başka bir acısın insan tarafından uydurulmuş, dilsiz.

......................................

düşene bir cevap var elbet belki gecikecek... o cevap ki en dipteki taştan gelecek...


BEYCAN BAYRAK"