31 Aralık 2007 Pazartesi

Sanat uslu çocukların alanı değildir sadece...

Sanat uslu çocukların alanı değildir sadece. Orada çeteler de vardır, ''yeraltında'' yaşayan deliler, hayatın safraları, iktidarlara muhalif olan fareler. Dayatılan zulmü kabul etmeyen çocuklar. Karşı çıkan, yadsıyan, hayır diyen ''piçler''... Hayatın kanalizasyonlarında şarkı söyleyen şairleri özlüyoruz... Dünyaya kafa tutan şiirleri. Şairinin bile anlayamadığı bir dille yazılmış ''hazırolda duran'' şiirlerden bıktık...

Tarihin önünde boynu bükük, tarihin edilgin bir köpeği olmak değildir sanatçının işi... Yetmez baskıların oynattığı bir kukla olmak... Tarihe müdahale eden şiirler yaratmak gerekir...

Not defterine öğretmenlerinin sözlerini not alan uslu çocuklar belki yayınevlerinin, belki ödüllerin sahibi olabilirler ama asla şair olamazlar...

"ÇAĞATAY TANRIKULU"

ATEŞ....TEN...........ÇİNGENE

ATEŞ
.....TEN
........ÇİNGENE

tayfaları şarkılarıyla büyüleyen
''hayalet gemi''leri
................kayalıklara sürükleyen
güldüren
..............ve
..................öldüren
efsane diye bilinen
çılgın fırtınayı,
yaşama sevincinin cıvıldadığı
o rengarenk ayı
o coşkudan yapılmış deniz kızını
tanırım
o zehirli bala
anılarım,acılarım
''TUTKU''der
titrer...

adrenalini saklandığı yerde
militan gibi
kaburgaların içinde
dinamit gibi
pAtLaTır...
bir gölden sıçrayarak çıkan
koca alabalığı düşün...
açılır ardarda
............havada
................havai çiçekler...
görürsün
......raksederek
......canlandığını
düşün...

korkuyla hazzın kesiştiği noktada
iki kişiyi birbirinden ayıran
o görünmez buz cam
onun sıcak nefesiyle
.......K...I.....
..R...........I....
........LIR......
gerillimin yarattığı ateş ten çingene
elinde altın zil,gözleri kara kara
danseder yalazdan eteklerini saVURA saVURA!!!

akıl devrilmiştir o dem...

bedendedir
...........deprem...
depremdedir
...........beden...
deprem oluyor gibi titrer
delice sevişir
iki ateş
ten...

bilinmez ne kadar sürer,
şiddeti ne olacak
tahmin edilemez...
iki kasırga nasıl ayrılırsa birbirinden
öyle söner hararet...
bedenden et gibi kopar gider
o ateşli felaket...

SONBAHAR 2005
BOLU
"ÇAĞATAY TANRIKULU"

burası, kanalizasyonda bir akşam...

burası,kanalizasyonda bir akşam...

oturmuşum. hava korkan bir çocuğun gözleri gibi karanlık. melankolik şarkılar çalıyor. sokakta birileri konuşuyor... bela,bizim ela yüreğimiz...

aklımda kabuğu kaldırılmış hüzünler, peşpeşe görüntüler, aklımdan geçiyor, bugün de her gün gibi bir gün... aşk var ya, aşk yok ya... birilerinin ince parmakları var, incelmiş akrep kederleri... Haşim'in akşama bakan gözleri...

ya hiçleşirsin ya piçleşirsin, dedi Ahmet...

bir sinek gibi uçuyordu Ahmet, kafa tutarak, kafa atarak camlara... ağzında tuhaf bir vızıltı... ağzında varoluşun getirdiği sıkıntı...

ahmet: görüşmek üzete dedi, ağzını kapattı...

Ahmet görüşmek üzere dedi...

"ÇAĞATAY TANRIKULU"

bir kıyıntı: HAYAT!..

zaten hayat ya az ya da hep çok gelen bir kıyıntı; dişlerimizin arasında; düşlerimiz arasında...

soru işaretlerinin ünlemle seviştiği yerdeyim... edebi sanatlar satılıyor tüm kitapçılarda... düşük banketli otobanlarda insanlar yüklü kamyonlar gibi intihara meyilleniyor. tacirler şarampolden kurtulma yollarını haykırıyorlar.

devrikleşiyor cümlelerim, hayrete yuvarlanırken ben...

hayat bir "an"lık; içerisine anlarımızı doldurduğumuz. hediye paketine koyup cehenneme gönderdiğimiz saatli bir bomba gibi... kar'an'lık...

"BEYCAN BAYRAK"

bir garip işçi!..

işçiliğini yapıyorum bunaltı saatlerinde hüznün, alıyorum ücretimi bol sıkıntıyla; üstelik mesaim 24 saat!

"BEYCAN BAYRAK"

Susmalar...

"-görürsem söylerim" dedi ve çekti gitti mutluluk.
mutluluğun resmini yapabilir misin sen ey TANRI? heh! sen resimden ne anlarsın!!!
bugün üç kere sustum, bugün hiç konuşmadım... kurbağlara bakmaktan geliyordu çağrılmayan yakup, gördüm de arkasından bende çağırmadım onu(1. susuş)
bir kızın hayali cehennem kadar sıcak hayali, afrodit heykeli gibi oturaklı hayali çarptı da bana kırmızı ışıkta saatte 130 kilometre hızla; gidip ona bir şeyler yazmadım, yaralarımı temizlemedim(2. susuş)
cam nasıl ateşte yanarak şekilleniyorsa öyle şekilleniyorum bende; canımın acıdığını kendime bile söylemiyorum(3.susuş)....................................
ahmet'in ölmediğine sevindim, biz bu boktan hayattayken onun gitmesi zaten olacak iş değildi.
abdülhak hamit tarhan "K"azdığı şiiri okuyorum günlerdir, günlerdir yağmur yağıyor; yağdıkça okuyorum, okudukça...
"Eyvah ne yer ne yar kaldıGönlüm dolu ah u zar kaldı"

"Sığsın mı hayale bu hakikatGörsün mü gözüm bu macerayı?Sür'atle nasıl da değişti halimAlmaz bunu havsalam hayalim."

"Makber mi nedir şu gördüğüm yerYa böyle reva mı ey cay-ı dilber"
.........................................

"BEYCAN BAYRAK"

PENCEREDEKİ ANARŞİST SİNEĞİN HİKAYESİ...

Onu,vızıltısından tanıdım.Bir sinekti. Karın ağrısı olan bir entellektüel gibi ses çıkarıyordu. Eleştirel bir vızıltı... Kafasında sanki can sıkıcı bir bunaltı vardı... Kafasında dünyaya dair ciddi sorular...

Pencere dışarı çıkmasına izin vermiyordu. O, özgürlüğünü yaşamak, özgürlüğünün tadını çıkarmak. Her yerde pencereler,her yerde sinekler... Onun uçuşunu izliyordum, beyhude çabasını. Havada daireler çiziyor, belki umutları var, her şey çok güzel olacak diyor ve bir hırs... Havada kanat çırpıp pencereye büyük bir şevkle ilerliyor, ilerliyor... Çarpıp geri dönüyor... Müthiş bir hayal kırıklığı, acı, öfke... Pencere onu mahvetti...

Onun vazgeçtiğini mi düşünüyorsunuz. Evet, belki bir an. Odanın en kuytusu köşesine geçiyor.... Kederli kederli bir vızıltı. Kanatlarını oynatıyor. Tamam diyor pencereler hep kazanacak biz hep kaybedeceğiz... Ne var sanki, bu odayla yetin, burada yaşa, buraya alış, Tanrı'ya şükret.

Bir süre içerde dolaşıyor, dişi bir sinekle havada çiftleşiyor, pencerenin kenarında güneşin altında vızıldıyor. Oda bunaltıyor onu bir süre sonra, içerisi berbat. Diğer sinekler pencere yalakası, içerde mutlular. Sınırlarının içinde mutlu sinekler ülkesi. Midesini bulandırıyor bu sineklerin yaşayışı.

İzliyorum onu, onun havada bir deli gibi uçuşunu. Oda da dolaşıyor, dolaşıyor. Tekrar cama yöneliyor. İçinde bir umut, dışarı çıkacak, ben buralara sığamam diye düşünüyor... Kamikaze pencereye ilerliyor, ilerliyor. Yine çarptı!

"ÇAĞATAY TANRIKULU"

BİZİ HAPSETTİLER..!

BİZİ HAPSETTİLER... büyük puntolarla yazıyorum bunları çünkü bizi gerçekten hapsettiler! akvaryumdaki balık biliyor ama unutmaktan yana seçiyor hakkını, bizi unutmaya hapsettiler! yasaklarla, normalliklerle, hastalıklarla ve tedavilerle hapsettiler... şimdi akvaryumda unutmaktan yana mı kullanacağız hakkımızı!
camlara çarpa çarpa yaşa; ta ki camlar kırılana dek... canı acır insanın bilmez miyim ama unutma camda acır can acırken... acıtmaktan korkma acımaktan da, bir gün akvaryum kırılacak nefessiz balıklar evrimleşecek yeni bir evrende!

"BEYCAN BAYRAK"

AHH... MET!!!

Telaşlı kuşlar geçiyor üzerimden...Romanların içindeki sokakları geziyorum...Bir romanın içindeki kadınla sevişiyorum,Balzac'ın Vadideki Zambak'ını beceriyorum mesela...Bukowski'yle iki kadeh atıyorum...Jack London'la serserilik yapıp Dostoyevski'yle derin, bulantılı, bir melankoliye giriyorum... Romanlara dalıp bir roman kahramanı oluyorum...

Penceremde güneş pis bir sinek gibi uçuyor,geçiyor günler,günleri geçiyorum,günler bana,ben günlere geçiriyorum...Usturanın içindeki jilet gibi parlıyor,içimde hiçliğim...İşte Böyle Çıldırdı ZERDÜŞT!!!Efendim saçmayı aşamaz hiç bir aşk o yüzden çok komiktir en duygusal anlar bile...En büyük aşık kadınının rüzgarına kendini bırakmış çılgın bir kuştüyüdür...Kadınının rüzgarıyla sallanır durur...Aşk ön sevişmedir...Sevişmenin kendisinden bile güzeldir...İçindeki sıkıntının bir kelebeğe dönüşmesidir aşk...Aşk kelebek gibi uçmaktır efendim...Kelebek gibi beynin yere çarpıp parçalanması...

Kelebeklere torpil bağlayıp patlatıyordu kız çocukları,minik yaramazlar...Annesi söylememiş sevinçlerin büyütüleceğini,onların kırılmaması gerektiğini...

Şimdi eve gitmeliyim romanların içindeki sokaklara,görüşmek üzere...

"ÇAĞATAY TANRIKULU"

Nietzsche kandırdı beni...

(Ahmet,dedi ki bir hiç oldum ama herşey olamadım...Nietzsche kandırdı beni...

Dibe vurdum,ölemedim...İntihar bir sonuçtu,delilik bir sonuç...Toplum çürüyor...Çürüme diye bir kitabı yazıyorum yıllardır sanki dedi Ahmet.İçinde bulantılı bir bataklık,sinekler gibi ölüyoruz.İnsana yaraşır bir dünya yaratmaya çabalamıyorlar ki...İnsanı iyi olarak tanımladığım mutlu saf günlerim ne güzeldi.İnsan en tehlike hayvandan daha tehlikeli...Karamsar bulutlar geçiyor bir bahar gününün üzerinden.İnsanca bir merhaba demek,insanca bir dünyada yaşamak ne büyük özlem.Ana rahminden fırlayınca dünyaya çocuk belalı kötümser bir dünya basıyor kıçına tokadı...Yıllarca süren bir ağlama başlıyor.Sadece kadınların sıcaklığıyla eriyen bir keder bir kaygı...Aşk yaratmaktır...Bir hayvanın yaratmaktan filan anladığını sanmıyorum.Duyarlı ellerin okşadığı çocuklar olamıyoruz,acımasız yaşamların avcunda yaprak gibi titriyoruz...Paranın hayvanca iktidar mücadelelerinin içine atılıyoruz.Bu yolda konuşmak yok...Acılarımız açıldığı zaman bıçaklanan bir gövde.Kendi kabuklarının içine terkedilmiş kaygılarız belki de,saldırmaya hazır kaygılar...Hiç kimse birbirine yüreğini göstermiyor,saçmasapan hikayelerin,magazin programlarının içine düşüyoruz.Farklı bir kimlik geliştirmek isteyenler,farklı bir yaşam sürmek isteyenler,kimin eli kimin cebinde,kim kimin gözünü oyacak düzeninden en çok saldırıya uğrayan adam durumuna düşüyor...Akan karanlığa bir yerlerden direnmeye çalışıyorum.Diye düşündü Ahmet...İnsana kültür işlenmezse,ekonomik durumu düzeltilmezse ,ruhu okşanmaz güvensizlik içinde yaşarsa psikiyatristler çok kazanır,intiharlar artık haber olmayacak düzeye gelir...Değiştiremeyeceğim şeylerle uğraşmıyorum,gücüm yetebildiği kadarına uzanıyorum vs vs diye düşündü Ahmet...)

"çağatay tanrıkulu"